"Veriler kimin elinde olmalı? Sadece insanlığın değil, yaşamın kendisinin geleceği bu sorunun cevabına bağlı olabilir."
Yuval Noah Harari / Davos Dünya Ekonomik Forumu - 2018
Gezegenin gelecekteki efendileri tam olarak neye benzeyecek? Bunu verilere sahip olanlar belirleyecek. Verilere sahip olanlar sadece insanlığın geleceğini değil hayatın kendisini de kontrol edecek. Çünkü bugün veri, dünyadaki en önemli ekonomik varlık. Eski zamanlarda toprak en önemli varlıktı. Çok miktarda toprak bir kaç kişinin elinde toplanınca insanlık aristokratlar ve sıradan halk olarak ikiye bölündü. Modern zamanda, son iki yüzyılda, makinalar toprağın yerine geçti ve en önemli varlıklar oldular. Çok miktarda makina bir kaç kişinin elinde toplanınca insanlık sınıflara bölündü; kapitalistler ve proletarya. Şimdi veri, en önemli varlık olarak makinaların yerine geçiyor ve eğer çok miktarda veri bir kaç kişinin elinde toplanırsa insanlık, sınıflara değil, farklı türlere ayrılacak.
Veri neden çok önemli? Çünkü sadece bilgisayarları değil insanları ve diğer organizmaları hack'leyebilir düzeye geldik. E-postaların, banka hesaplarının, cep telefonların hack'lenmesi hakkında çok konuşuluyor ama aslında insanları hack'leme becerisini kazanıyoruz. Bir insanı hack'lemek için ne gerekiyor? İki şey; oldukça büyük işlem gücü ve oldukça fazla veri, özellikle biyometrik veri. (Ne satın aldığım ve nereye gittiğime dair değil vücudum ve beynimin içinde neler olduğuna dair veriler.)
Bugüne kadar hiç kimse insanlığı hack'lemek için gerekli olan işlem gücüne ve verilere sahip değildi. Sovyet KGB'si veya İspanyol engizisyonu sizi her yerde 7/24 takip etmiş, yaptığınız her şeyi izlemiş, konuştuğunuz her şeyi dinlemiş dahi olsa bedeniniz içinde olan bitenleri anlamak, ne düşündüğünüzü, nasıl hissettiğinizi, ne istediğinizi bilmek için gerekli olan işlem gücü ve biyolojik bilgiden mahrumdu. Eş zamanlı gerçekleşen iki devrim nedeniyle bu durum şimdi değişiyor. Bir yandan bilgisayar teknolojisindeki ilerlemeler, özellikle yapay zeka alanındakiler, gerekli işlem gücünü sağlıyor ve diğer taraftan biyoloji alanında, özellikle beyin ve nörobilim konularındaki gelişmeler, insanı hack'lemek için gerekli olan biyolojik kavrayışı bize sunuyor.
Charles Darwin'den bu yana 150 yıllık biyolojik araştırmaları üç kelime ile özetleyebilirsiniz: Organizmalar birer algoritmadır. Bir virüs, muz veya insan; tüm organizmalar sadece biyokimyasal algoritmalardır ve bu algoritmanın şifresini çözmeyi öğreniyoruz. Bu iki devrimin birleşmesiyle elde edilen şey, insanları hack'leme becerisidir. Bu birleşmenin belki de en önemli buluşu, beden ve beyindeki biyokimyasal süreçleri bir bilgisayarın saklayıp analiz edebileceği elektronik sinyallere dönüştüren biyometrik algılayıcılardır.
Yeteri miktarda biyometrik bilgiye ve bu bilgileri işleme gücüne sahip olduğunuz anda beni benden daha iyi tanıyacak algoritmalar yaratabilirsiniz. İnsanlar kendilerini çok iyi tanımıyorlar. Algoritmalar, insanı daha iyi tanımak için bize bir şans sunuyor. Göz bebeği hareketlerini, kan basıncını, beyin aktivitesini takip edebilen bir algoritma size, sizin dahi farkında olmadığınız özelliklerinizle ilgili bilgi verebilir. Siz böyle bir bilgiyi almak istemeyip bu algoritmayı kullanmasanız bile Amazon, Ali Baba ve istihbarat birimlerinin bunu kullanmasına engel olamazsınız. İnternette gezerken, sosyal medya hesaplarınıza göz atarken algoritma sizin göz hareketlerinizi, kan basıncınızı, beyninizdeki aktiviteyi izliyor olacak ve Coca-Cola'ya nasıl size özel bir reklam hazırlayabileceğini söyleyecek. Bu, siz farkında olmadan gerçekleşecek ve milyarlar değerinde olacak. Bizi bizden daha iyi anlayan algoritmalar olduğunda arzularımızı önceden tahmin edebilir, duygularımızı manipüle edebilir, hatta bizim yerimize kararlar verebilir ve eğer dikkatli olmazsak bunun sonucu dijital diktatörlük olabilir.
20. yüzyılda demokrasi, genel olarak, diktatörlüğe üstün geldi. Çünkü demokrasi, veri işleme ve karar alma süreçlerinde daha başarılıydı. Demokrasi ve diktatörlük ayrımını daha çok ahlaki veya politik açıdan değerlendiriyoruz ancak bu ikisi aslında bilgiyi işlemeye yönelik farklı yöntemler. Demokrasi bilgiyi işleme sürecini dağıtılmış bir şekilde gerçekleştirir; bilgiyi ve karar alma gücünü birçok kurum ve kişiye arasında dağıtır. Öte yandan diktatörlük bunları tek elde toplar. 20. yüzyılın teknolojik şartlarında, dağıtılmış veri işleme süreci daha verimli oldu. Örnek olarak, ABD ekonomisinin Sovyet ekonomisine üstün gelmesinin en önemli nedenlerinde biri buydu. Ancak 21. yüzyılın teknolojik şartları bu durumu tersine çevirebilir; teknolojik devrimler sayesinde, merkezileştirilmiş veri işleme süreci daha verimli hale gelebilir.
Demokrasi yeni şartlara uyum sağlayamazsa insanlar dijital diktatörlüklerin kontrolü altında yaşamaya başlayacak. Gittikçe sofistike hale gelen gözetim/izleme rejimlerinin, sadece otoriter rejimler değil demokratik hükümetler tarafından da kurulduğunu şimdiden görüyoruz. Örneğin ABD küresel bir izleme sistemi kuruyor, ülkem İsrail Batı Şeria'da topyekun bir gözetim rejimi kurmaya çalışıyor.
Ancak verilere hakim olmak elitlere, dijital diktatörlük kurmaktan daha da radikal şeyler yapma imkanı verebilir. Elitler organizmaları hack'leme yoluyla yaşamın geleceğini tasarlama gücünü elde edebilir. Çünkü bir şeyi hack'leyebiliyorsanız, genellikle, onu tasarlayabilirsiniz demektir. Yaşamı hack'leme ve yeniden tasarlama konusunda başarılı olursak bu sadece insanlık tarihindeki en büyük devrim olmayacak, 4 milyar yıl önce başlayan yaşamın en büyük devrimi olacak.
Hayat oyunun temel kurallarında 4 milyar yıldır köklü bir değişim olmadı. Dinozorlardan amiplere, domatesten insana tüm canlılar doğal seçilimin ve organik biyokimyanın kanunlarına tabi oldu. Bu durum şimdi değişmek üzere. Bilim; doğal seçilim yoluyla ilerleyen evrimin yerine bilinçli tasarım ile ilerleyen evrimi getiriyor. Bulutlar üzerindeki bir tanrının değil bizim bilincimizin geliştirdiği bir tasarım. Bilim, 4 milyar yıldır organik bileşenlerle sınırlanan yaşamın, inorganik alana uzanmasına imkan verebilir. 4 milyar yıldır doğal seçilimle şekillenen organik yaşamdan sonra, bilinçli tasarımla şekillenen inorganik yaşam çağına giriyoruz. Bu nedenle verilere kimin sahip olduğu çok önemli. Buna bir düzenleme getirmezsek küçük bir elit grubu, sadece insanlığın değil tüm yaşam formlarının kontrolünü ele geçirebilir.
Verilerin mülkiyeti nasıl düzenlenebilir? Toprak mülkiyetinin düzenlenmesi konusunda on bin yıllık, endüstriyel üretim araçlarının mülkiyetinin düzenlenmesinde bir kaç yüzyıllık tecrübeye sahibiz ancak veri mülkiyeti konusunda pek tecrübemiz yok. Veri mülkiyetini düzenleme, doğası gereği çok daha zor çünkü toprak ve makinalardan farklı olarak veri, aynı anda hem her yerde hem de hiç bir yerdedir, ışık hızında hareket edebilir ve onu istediğiniz kadar kopyalayabilirsiniz.
DNA'm, vücudum, beynim, yaşamın hakkındaki veriler bana mı, bir şirkete mi, hükümete ya da belki bütün olarak insan topluluğuna mı ait? Şu an verilerin büyük kısmı büyük şirketlerin elinde ve bu durum kimilerini endişelendiriyor. Verilerin kamulaştırılması bu büyük şirketlerin gücünü sınırlayabilir ancak dijital diktatörlüklere yol açar. Politikacılar, ya da bir çoğu diyelim, müzisyenlere benziyorlar ve çaldıkları enstrüman insanın duygusal ve biyokimyasal sistemi. Bir politikacı bir demeç verir ve tüm ülkede bir korku dalgası ortaya çıkar, bir politikacı bir tweet atar ülkede öfke patlaması ve nefrete neden olur. Bu müzisyenlere en gelişmiş enstrümanı vermenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Evrendeki yaşamın geleceği konusunda onlara güvenebileceğimizi kesinlikle sanmıyorum. Birçok politikacı ve hükümet geleceğe dair anlamlı bir vizyon ortaya koyamıyor, bunun yerine halka nostaljik hayaller pazarlıyor, geçmişe dönmekten bahsediyor. Bir tarihçi olarak geçmişe dair iki şey söyleyebilirim: Güllük gülistanlık değildi ve geri gelmeyecek. Nostaljik hayaller bir çözüm getirmez.
Peki, veriler kimin elinde olmalı? Açıkçası, bilmiyorum. Bu tartışma yeni başlıyor. Verilere yönelik düzenleme tartışmalarını duyan çoğu kişinin aklına özel yaşamın gizliliği, alış-veriş, şirketlerin nerede olduğumuzu veya ne satın aldığımızı bilmesi geliyor. Bu, buzdağının görünen kısmı. Çok daha önemli şeyler risk altında. Bu konuda tartışma yeni başladı ve anında cevaplar bulmayı bekleyemeyiz. Bilim insanlarımızdan, filozoflarımızdan, hukukçularımızdan ve hatta şairlerimizden, özellikle şairlerimizden, bu soru üzerinde kafa yormalarını istemeliyiz: Veri mülkiyetini nasıl düzenleriz? Sadece insanlığın değil yaşamın kendisinin geleceği bu sorunun cevabına bağlı olabilir.
tercumeodasi.org