Küba Füze Krizi'nden 55 yıl sonra nükleer savaş tehdidi - Valday Kulübü

"Dünya, nükleer patlamaların gündelik olaylar olduğu tamamen yeni bir çağa girebilir ve bunun sorumluluğunu Kim Jong Un'dan çok daha fazla Trump taşır."



Oleg Barabanov / Valday Tartışma Kulübü / 08.09.2017

Tarihin önemli olaylarından biri olan Küba füze krizinin 55. yıldönümü yaklaşıyor. 8 Eylül 1962'de R-12 füzeleri Anadir kod adlı gizli bir Sovyet Silahlı Kuvvetleri operasyonuyla Küba'ya getirildi. R-12 füzelerini kısa süre içinde diğerleri de takip etti. Füzeler için savaş başlıkları 4 Ekim'de Küba'ya ulaştı. Amerikalılar bunu, U-2 casus uçaklarının fotoğraflarıyla kısa süre sonra öğrendi. Sovyet füzelerinin varlığını belgeleyen en tanınmış görüntüler 14 Ekim uçuşunda kaydedildi. Sonraki iki hafta içinde gerginlik hızla arttı ve dünya ilk kez bir nükleer savaşın eşiğine geldi.

Neyse ki savaş tehdidi, füzeleri Küba'dan çekme de dahil olmak üzere Sovyetler Birliği'nin verdiği ödünler sayesinde ortadan kayboldu. O zamandan beri Küba füze krizi uluslararası ilişkiler ve siyasi karar alma üzerine ders kitaplarında yer alıyor. Başkan Kennedy'nin kriz ekibinin çalışmaları klasik bir örnek olarak kabul edildi ve bugüne kadar dünya genelinde üniversitelerde işlendi.

Küba füze krizi nükleer silahlara ve bu silahların kullanım olasılığına yaklaşımda psikolojik ve politik bir dönüm noktası olarak önem taşımaktadır. Nükleer silahların fiili kullanımının bir veya birkaç atışla sınırlı olamayacağı, tarafların ABD, SSCB ve dünyanın geri kalanını yok edecek büyük bir bombardıman yapmasının neredeyse kesin olduğu anlaşıldı. Nükleer kış teorisinin bir nükleer savaşın küresel sonuçlarını yansıttığı genel olarak kabul edildi ve bu teoriye karşı çıkan birçok kişi akademik ana akım tarafından tamamen marjinalleştirildi. Çoğu bilim insanı, nükleer savaşın insan uygarlığının kesin yok oluşuna yol açacağını ve bu yüzden gerçekleşmesine izin verilemeyeceğini ısrarla savundu.

Kriz ayrıca, her iki süper gücün yönetimlerinin birkaç saatlik karşılıklı nükleer saldırı ile ülkelerinde milyonlarca can kaybını kabullenmeye hazır olmadıklarını gösterdi. Sonuç olarak, nükleer silahların rolü büyük bir değişim geçirdi. Artık, cephe hatta ordu ölçeğindeki operasyonlar (1954'deki Totskoye tatbikatındaki gibi) için gerçek silahlar olarak görülmediler ve sanal bir caydırıcı haline geldiler. Gerçek savaşlar hiç nükleer silah yokmuş gibi planlandı ve yürütüldü (Vietnam'daki savaşta ABD, Afganistan'daki savaşta SSCB, vs.). Küba füze krizinden çıkan temel ders bu oldu.

Bunu izleyen yıllarda, bir düşman saldırısını etkisiz hale getirmenin mümkün olmamasını nükleer silahların kullanılmama güvencesi olarak gören "olumsuz caydırıcılık" doktrini ortaya çıktı. Doktrin, 1972'de Sovyet-ABD Anti Balistik Füze Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlandı.

1983'te NATO'nun Able Archer tatbikatının senaryolarından birinin (Sovyetler Birliği'nin vereceği karşılığa bağlı olarak) bu olduğunu gösteren yeterli kanıt olmasına rağmen, Soğuk Savaş'ın zirve yaptığı Reagan döneminde (1980'lerin ilk yarısı) bile nükleer silahları kullanmak söz konusu değildi. Bu senaryolar ABD'nin nükleer savaşında yan hasar olmak istemeyen Avrupalı müttefikler tarafından reddedildi. Bu da Küba füze krizinin etkilerinden biriydi.

Reagan, büyük çaplı bir nükleer savaşı kazanmanın yollarını aramaya başlayan ve bu sanal silahları yeniden gerçek silahlar haline getiren ilk kişi oldu. Plan, silahlanma yarışını Stratejik Savunma Girişimi ya da takma adıyla Yıldız Savaşları tasarısı kapsamında uzaya taşımaktı.

Soğuk Savaş'tan sonra bile, Amerikalılar bir nükleer savaşta karşılıklı kesin yok oluş (MAD) çıkmazından kurtulmak için yollar arıyorlardı. Çözümün, olumsuz caydırıcılığı reddetmek ve düşman misillemesine karşı koyabilecek güçlü bir füze savunma sistemi oluşturmak, düşmanın nükleer kapasitesinin çoğunu yok edecek bir ilk saldırıyı gerçekleştirmek için kendilerini hazır hale getirmekte olduğu düşünülüyordu. Sonuç olarak, Amerikalılar 1990'ların sonunda Anti Balistik Füze Antlaşması'ndan çekildi; Arktik, Avrupa ve Pasifik merkezli bir füze savunma sistemi kurmaya başladı.

ABD'nin nükleer politikasında Küba füze krizinin mirasının ortadan kaldırılmasına yönelik bir sonraki adım, Ukrayna krizinden sonra dünyadaki politik durumun keskin bir şekilde değişmesiydi. Çatışmaların tırmanmasına dönük senaryolar, NATO ve Rusya arasında doğrudan bir askeri çatışmayı olasılık dışı görmüyor ve bu da Avrupa'da "sınırlı" bir nükleer savaşa dönüşebilir. Böyle bir nükleer çatışmada iki senaryo olabileceği düşünülmektedir. İlk olarak, büyük bir bombardıman (yaklaşık 10.000 TNT eşdeğeri megaton) yapılır, ya MAD durumuyla ya da ABD füze savunma sistemi saldırıyı püskürtmesiyle sonuçlanır. İkincisi, her iki taraf da toptan saldırıdan kaçınırken karşılıklı sınırlı bombalamalar yapar ya da bir dizi tekil saldırlar (toplamda 100 TNT eşdeğer megaton) gerçekleştirir. Bu durumda, nükleer silahlar herhangi bir küresel sonuca neden olmayan, cephe ölçeğinde (veya en fazla Avrupa bölgesinde) operasyonlarda kullanılan araçlar haline gelirler. ABD füze savunma sisteminin saldırıyı püskürtme olasılığı hızla artmaktadır.

Uçaktan atılabilen B-61 nükleer bombalarını modernize etmek için devam eden ABD programı, Amerikalıların ikinci senaryoya odaklandığının bir işareti. 10.000 megatonluk genel bir bombardıman durumundan kıtalar arası füzeler etkin rol oynayacağından bu bombalar ikincil önemdedir. Ancak, cephe ölçekli bir operasyonda durumun değişkenliği göz önüne alındığında nükleer bombalama öncelikli hale gelebilir.

Son olarak, büyük oranda ABD Başkanı Donald Trump'ın tahrik ettiği Kuzey Kore'deki gelişmelerin ardından potansiyel bir nükleer çatışmaya dönük tamamen yeni bir boyut var. Kuzey Kore'nin füze ve nükleer denemeleri, Küba füze krizinin yıldönümünü yalnızca akademik bir olay olmaktan çıkarıyor. Krizin bıraktığı, her ne pahasına olursa olsun nükleer savaştan kaçınılmasını talep eden mirasın tüm önemini yitirdiği giderek açık hale geliyor.

Potansiyel nükleer çatışma, ABD ve Rusya yerine ABD ve çok daha zayıf bir düşman olan Kuzey Kore'yi kapsıyor. Bu durum küresel sonuçların oluşmasının önüne geçiyor gibi görünüyor. 2017 ilkbaharından bu yana ABD'nin "nükleer söylemi", Kore anlaşmazlığında nükleer silahların "tek sefer kullanımı" üzerine odaklanmış durumda. Açıkça görüleceği üzere, Kuzey Kore'nin bir ABD saldırısına direnebilmesinin tek yolu, bölgedeki Amerika müttefiklerine nükleer saldırılar yapmak. İlk hedefinin Seul olacağı kesin. Seul, neredeyse KDHC ile sınır olduğundan taşıyıcı araçlara bile ihtiyaç yok. Kuzey Kore toprakları içinde, Güney Kore sınırına yakın bir yerde bir nükleer bombanın patlatılması yeterli olacaktır. Başka bir seçenek ise Japonya'ya veya ideal olarak Guam'a saldırmak. Bundan sonra Amerikalılar şüphesiz Kuzey Kore'yi haritadan silecektir. (Bunu nükleer silahlara başvurmadan da yapması mümkün.)

Kuzey Kore'nin tek sefer nükleer silah kullanımı ABD ordusu için oldukça kabul edilebilir ve hatta arzu edilen bir durum. İlk olarak, onlara Kuzey Kore'ye karşı harekete geçme fırsatını verecek. İkincisi, Küba füze krizi sonrası dünya düzeninin önemli bir unsuru olan nükleer silahları kullanma konusundaki dünya çapındaki tabu, hiçbir iz bırakmadan ortadan kalkacak. Bunun sorumlusu Kuzey Koreliler değil Amerikalılar olacaktır. Bundan sonra diğer tüm nükleer güçler cephanelerini yalnızca Kore'de değil, diğer cephe ölçekli operasyonlarda (Donbass, İran, Suriye, Hindistan-Pakistan anlaşmazlığı ve tüm diğer anlaşmazlık bölgeleri) kullanmakta serbest olacak. Biricik koşul, "tek" seferlik kullanımın küresel nükleer çatışma seviyesine yükselmemesi.

Tüm bunlar düşünüldüğünde, Küba füze krizinin bu yıldönümünün, nükleer silahların kullanımıyla ilgili genel bir tabuyu koruyan dünya düzeninin son yıldönümü olması muhtemel görünüyor. Dünya, nükleer patlamaların gündelik olaylar olduğu, tamamen yeni bir çağa girebilir ve bunun sorumluluğunu Kim Jong Un'dan çok daha fazla Trump taşır.

tercumeodasi.org