Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki nüfuz mücadelesi - ISPI




Valeria Talbot / İtalyan Uluslararası Siyaset Çalışmaları Enstitüsü (ISPI) / 17.07.2020

Son yıllarda Akdeniz'de etkinliğini artıran Türkiye, bölgesel politika ve krizlerde kilit önemde ve iddialı bir oyuncu haline geldi. Ankara Doğu Akdeniz'deki doğalgaz anlaşmazlığından Libya savaşına kadar çıkarlarını korumak ve hedeflerine ulaşmak için güç gösterisinde bulunmaktan çekinmiyor. Türkiye'nin Akdeniz'deki etkinliği, Orta Doğ ve kendi çevresinde jeopolitik nüfuzunu artırmayı amaçlayan, 2015 yılından bu yana gittikçe daha fazla askerileşen daha kapsamlı bir dış politikanın parçası. Söz konusu dış politika, Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Karadeniz'deki suların askeri güç projeksiyonu ile kontrol altına alınması amacıyla Mavi Vatan doktrini olarak adlandırılan önemli bir denizcilik bileşenini içeriyor. Karadeniz, Ege Denizi ve Akdeniz'de eşzamanlı bir savaşı yürütme kapasitesini test etmek için Türkiye'nin Şubat 2019'un sonunda gerçekleştirdiği, 103 askeri gemi ve 20.000 askerin katılımıyla tarihindeki en büyük deniz tatbikatının adının Mavi Vatan olması tesadüf değil. Ulusal savunmanın yanı sıra enerji jeopolitiği rekabetinde de Türk Deniz Kuvvetleri'nin daha aktif bir rol alması, yerli savunma endüstrisinin gelişimine de dayanan bu denizcilik doktrininin temel taşlarından biri.

Kendisini bir deniz gücü olarak konumlandırılan Türkiye, bölgede çıkar mücadelesinde olan bölgesel ve harici diğer oyunculara net bir mesaj göndermeyi amaçlıyor: Ankara, bölgesel meselelerde ve özellikle Doğu Akdeniz'deki büyük doğalgaz masasında söz hakkı istiyor. Bu mesaj Ürdün, İtalya ve Filistin Yönetimi ile birlikte Ocak 2019'da enerji politikalarını koordine etmek ve bölgesel bir gaz piyasası oluşturmak için Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nu kuran Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Yunanistan ve İsrail'in yanı sıra, işbirliği projelerini destekleyen ve önemli enerji/jeopolitik çıkarları olan Avrupa Birliği ve ABD'ye de verildi. Enerji tedarik kanallarını çeşitlendirme amacının yanı sıra hidrokarbon zengini bölgeler ile Avrupa pazarları arasında bir enerji üssü olmayı hedefleyen Ankara, içinde olmadığı ve jeostratejik çıkarlarını tehlikeye atabilicek herhangi bir girişime meydan okumaya hazır olduğu gösterdi.

Bu çerçevede ilk hamle, Mayıs 2019'da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Kıbrıs'ın batısında sondaj faaliyetlerinin başladığını duyurmasıyla gerçekleştirildi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ada çevresindeki doğal kaynaklardan yararlanma hakkını savunan Türkiye, GKRY'nin ve uluslararası enerji şirketlerinin tartışmalı sulardaki sondaj faaliyetlerine karşı çıkıyor. Türkiye, GKRY'nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölgenin kendi kıta sahanlığını ihlal ettiği görüşünde. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi imzalamamış olan Türkiye, KKTC ve Libya'nın Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) hariç diğer kıyı komşularıyla deniz yetki alanları üzerine anlaşma sağlamamış durumda. Bunun aksine GKRY, 2004 yılından bu yana diğer kıyı komuşlarıyla deniz sınır anlaşmaları imzaladı. Bu bağlamda, Türk sondaj gemilerinin (Kıbrıs'ın batısında Fatih ve kuzeydoğusunda Yavuz) Doğu Akdeniz'deki gerilimi artırması, Brüksel ve Washington'da da sert tepkilere neden olması şaşırtıcı değil.

Geçtiğimiz yılın sonunda, Türkiye'nin, Akdeniz'deki az sayıdaki müttefiklerinden biri olan ve uluslararası olarak tanınan Libya UMH ile deniz yetki alanı anlaşması imzalamasıyla gerilim daha da arttı. Anlaşmanın meşruiyeti diğer kıyı devletleri tarafından sorgulansa da, Türkiye planlanan EastMed boru hattının geçmesi gereken bölgeye dair iddiasını sağlamlaştırdı ve projenin gerçekleştirilmesini zorlaştırdı. Bununla birlikte, Kıbrıs'ın doğusundaki doğalgaz sahalarından Kıbrıs ve Girit üzerinden Yunanistan ve İtalya'ya yılda 10-16 milyar metreküp doğalgaz taşıması planlanan 1.800 km'lik bu iddialı boru hattının inşaatı, COVID-19 pandemisiyle ekonomik yavaşlama, enerji talebindeki düşüş ve dünya genelinde sondaj faaliyetlerinde aksamalardan önce bile fizibilite, maliyet ve fon bakımından zorluklarla karşılaşmıştı ve mevcut durum projeye yatırım yapılması ihtimalini daha düşük hale getirdi.

Daha da önemlisi, Türkiye ile UMH arasındaki anlaşmanın askeri boyutu, askeri teçhizat, eğitim, silahlı insansız hava araçları ve askeri kuvvetler sağlayarak Ankaya'ya ağırlığını Serrac hükümetinin lehine koyma imkanı verdi. Türkiye'nin askeri desteği, Katar'ın mali desteğiyle birlikte, bölgesel ve harici oyuncular arasında vekalet savaşına dönüşen bir krizde sahadaki güç dengesini UMH lehine çevirdi. Libya'daki krize çok sayıda oyuncunun dahil olması, enerji meselesinin aslında Akdeniz bölgesinde jeopolitik nüfuz için oynanan daha büyük bir oyunun sadece bir boyutu olduğunu açıkça göstermektedir. Şimdiye kadar, Türkiye Libya'daki güç projeksiyonunda başarılı olmuş gibi görünüyor ve temel direklerinden biri siyasal İslam'a destek olan Ankara-Doha ekseninin sağlam ve dış şoklara karşı dirençli olduğu anlaşılıyor. Öte yandan, küresel ekonomideki durgunluk, Katar gibi hidrokarbon tedarikçilerini önemli ölçüde etkileyen talep düşüşü ve Türkiye'de yeni bir finansal krizin hayaleti, mevcut durumun ne kadar sürdürülebilir olduğu sorusunu cevapsız bırakıyor. Hem Libya hem de Doğu Akdeniz'deki son gelişmelerin gerginliği azaltma ve beklenmedik diyalog ve işbirliği kanalları açma fırsatına dönüşüp dönmeyeceği henüz belli değilken, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ayasofya'yı camiye dönüştürme kararı dünyaya ve özellikle Sünni dünyasına açık bir mesajdı: Türkiye burada sadece kalıcı değil, aynı zamanda lider rolü de oynayacak.


Yorum Gönder

0 Yorumlar